Kazım Koyuncu: Bir Devrimcinin Sesiyle Karadeniz'e Ağıt!
Gündem

Kazım Koyuncu: Bir Devrimcinin Sesiyle Karadeniz'e Ağıt!


25 June 20255 dk okuma29 görüntülenmeSon güncelleme: 08 July 2025

Kazım Koyuncu, sadece bir müzisyen değil, aynı zamanda bir devrimci, bir Karadeniz sevdalısı ve bir direniş sembolüydü. Onun sesi, Artvin'in dik yamaçları gibi güçlü, poyraz gibi sarsıcı ve sınırların ötesine uzanan bir davetti. Bu yazıda, Kazım Koyuncu'nun hayatımıza dokunuşlarını, müziğinin evrenselliğini ve ardında bıraktığı mirası keşfedeceğiz.

Kazım Koyuncu'nun Müziği: Dağların ve Denizin Sesi

2002 yılında, genç bir üniversite öğrencisi olarak Akyazı'da, bir Abhaz köyünde Kazım Koyuncu'nun müziğiyle tanıştım. O yaz, her yerde onun şarkıları çalıyordu. Yemekler onun sesiyle hazırlanıyor, akşam gezintilerine onunla çıkılıyor, ilk aşk acısı onun şarkılarıyla çekiliyordu. Zuğaşi Berepe ile yürüdüğü yoldan tanıyordum onu. Daha sonra Viya albümüyle beni ve benim gibi pek çok insanı büyüledi.

Onun müziği, sıradan hayatlarımıza dağların, dik yamaçların, sislerin, garmonun, Karadeniz'in karşı kıyısının, Kafkas heyecanının sesini getirmişti. Bir süre başka şarkılar dinleyemez olmuştum. Yamçılı öykülerle, garmon sesiyle büyümüştüm, bu muydu acaba beni ona bunca yaklaştıran diye düşündüm ama konserlerinde Kürt gençlerinin büyük bir coşkuyla horona durduklarını gördüğümde yanıldığımı anladım.

2004'te çıkardığı Hayde ile hayatımızın iyice bir parçası olmuştu. Kazım Koyuncu ile ilgili bir internet sayfası yapılmıştı; heyecanlı forumlar, yazışmalar yapılıyordu o mecrada. Pek çok arkadaşım hatta dostum oldu buradan; hepimiz “Kazım Abi’nin müziğine meftunuz misal düğünlerde oynadığımız Narino nasıl böyle söylenir nasıl bu şekle getirilir diyoruz, bir şaşkınlık var üzerimizde, bu şarkılar bu kadar güzel miydi yahu, sayıklamalar.

Bir Devrimcinin Mirası: Direniş ve Sevgi

Kazım Koyuncu, sadece şarkılarıyla değil, aynı zamanda duruşuyla da örnek bir insandı. Kimsenin sözünü edemezken, belki de yakılan köylerin ve öldürülen hayvanların hesabını soruyordu. Bu yenilik yalnızca politik tutumunda, müziğinde değildi ki, onu o yapan şeydeydi, evrenselliğindeydi. Yoksa insan Hopa’nın küçük bir köyünden gelip milyonları nasıl böyle etkilerdi, bu kadar çok nasıl sevilirdi; hayatımızın kenarından geçmedi ki o , ta içine girdi. Muadillerinin bu sevginin yanından geçemeyişinin en büyük nedenlerinden biri buydu.

Kazım, coğrafyayla kavga etmedi, onunla dans etti. Dağlara küsmedi; onlara sesini bıraktı. Denize ağıt yakmadı; ona kardeş gibi sarıldı. Bir gün öleceğini bilen birinin sakinliğiyle yürüdü hayatın içinde. Bu sakinlikte bile öfke vardı öte yandan: Betonla boğulan derelere, susturulan dillere, yok sayılan kimliklere, haramilerin el uzattığı fındığına, çayına, yaylalarına çökülen Karadeniz’e karşı bir öfke. Fakat bu öfke, bağıran bir öfke değil, derin derin yanan bir kor gibiydi.

Kazım Koyuncu'nun Ardından

Kazım Koyuncu'nun ardından kalan sadece şarkılar değil. Bir direniş biçimi, bir sevecenlik dili, bir inat kaldı. Onu unutmak kolay olurdu, eğer sadece bir sanatçı olsaydı. Ama Kazım, bir sesin taşıyıcısı değil, bizzat kendisi bir sesti. O sesi bir kez duyan, bir daha hiçbir sessizliğe aynı şekilde katlanamadı. Ve şimdi, Karadeniz’in kıyısında bir çocuk elini göğe kaldırıp “Hayde!” diye bağırıyorsa, bil ki Kazım oradadır. Bir rüzgârda, bir notada, bir isyanda ya da yalnızca bir gülümsemenin kıyısında.

Kazım Koyuncu'nun mirası, bugün hala yaşamaya devam ediyor. Onun şarkıları, Karadeniz'in ve Türkiye'nin dört bir yanında yankılanıyor. Onun duruşu, gençlere ilham veriyor. Onun sevgisi, kalplerimizi ısıtıyor. Kazım Koyuncu, unutulmaz bir sanatçı, bir devrimci ve bir Karadeniz efsanesi olarak yaşamaya devam edecek.