
İklim Kriziyle Savaş: Gıda Egemenliği Tarımı Kurtaracak Mı?
İklim değişikliğinin tarım üzerindeki etkileri giderek artarken, bu durumdan en çok etkilenenler küçük çiftçiler ve mevsimlik tarım işçileri oluyor. Peki, bu kırılganlığı azaltmak ve iklim krizine dirençli bir tarım inşa etmek mümkün mü? Cevap, gıda egemenliğinde yatıyor olabilir.
Küçük Çiftçilerin ve Mevsimlik İşçilerin Kırılganlığı
Türkiye'de iklim değişikliği ve ekolojik krizler karşısında tarım sektörünün en kırılgan kesimini küçük çiftçiler ve mevsimlik tarım işçileri oluşturuyor. Yüksek verim hedefiyle pahalı girdilere bağımlı hale gelen, ancak ürününün fiyatını belirleyemeyen küçük çiftçilerin, iklim değişikliğinin etkilerine karşı önlem alacak ekonomik gücü bulunmuyor. Mevsimlik tarım işçileri ise halihazırda düşük ücretlerle ve güvensiz koşullarda çalışırken, iklim değişikliği nedeniyle sıcak çarpması, susuzluk ve afetler gibi hayati risklerle de karşı karşıya kalıyorlar.
Piyasa için üretim baskısı altında en yüksek verimi almaya çalışan küçük üreticiler, yoğun girdi kullanıyorlar. Ancak bu girdileri piyasadan temin ediyorlar ve fiyatları üzerinde hiçbir kontrolleri bulunmuyor. Benzer şekilde, ürünlerini satarken de fiyatı büyük ölçüde tüccarlar, doğrudan alım yapan süpermarketler ya da şirketler belirliyor.
Mevsimlik tarım işçileri açısından ise durum çok daha ağır. Türkiye’de tarımsal üretimde emeğin büyük bölümünü mevsimlik işçiler oluşturuyor. Soframıza gelen neredeyse her gıda ürününde, özellikle meyve ve sebzede, onların emeği var demek abartı olmaz. Ancak mevsimlik işçiler çok düşük ücretlerle, güvencesiz, sağlıksız ve tehlikeli koşullarda çalışıyor. Barınma ve yaşam koşulları son derece kötü; sosyal haklara erişimleri ise neredeyse yok. İklim değişikliği, bu işçiler için sıcak çarpması, susuzluk, zararlılara bağlı hastalıklarda artış ve afetlerde can kaybı gibi hayati riskler taşıyor. Bununla birlikte, iklim değişikliğinin üretimi olumsuz etkilemesi durumunda işlerini ve gelirlerini kaybetme riskiyle de karşı karşıyalar.
Gıda Egemenliği Nedir?
Gıda egemenliği, gıdayı üreten, işleyen, dağıtan ve tüketenleri merkeze alan; gıdayı temel bir vatandaşlık hakkı olarak gören bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımla daha adil ve iklim değişikliğine karşı daha dirençli bir gıda sistemi inşa etmek mümkündür. Bugünkü küresel tarım-gıda sistemi, büyük ulusötesi şirketlerin çıkarları doğrultusunda şekilleniyor. Oysa gıdayı üreten, işleyen, dağıtan ve tüketenleri merkeze alan; gıdayı temel bir vatandaşlık hakkı olarak gören farklı bir yaklaşım mümkün. Bu yaklaşımla daha adil ve iklim değişikliğine karşı daha dirençli bir gıda sistemi inşa edilebilir.
Çözüm Önerileri
Küçük çiftçilerin ve mevsimlik işçilerin yaşam koşullarını iyileştirmek, iklim değişikliği karşısındaki kırılganlıklarını azaltmak için farklı bir yaklaşım gerekiyor. Öncelikle, tarım topraklarına ve kırsal müştereklere, enerji, maden ya da konut projeleri için el konulmasından vazgeçilmesi şart. Toprağın bir yatırım aracına dönüşmesi engellenmeli; çiftçilerin dış girdilere bağımlılığı azaltılmalı; tarımsal ekosistemlerin dayanıklılığını artıran üretim yöntemleri teşvik edilmeli. Ayrıca üreticilerin kooperatifleşmesinin ve diğer özerk örgütlenmeleri desteklenmeli; yerel gıda sistemleri güçlendirilmeli; tarımsal bilgi ve teknoloji üretimi ile yayımı, şirketlerin tekelinden çıkarılmalıdır.
İklim kriziyle mücadelede gıda egemenliği, sadece bir çözüm önerisi değil, aynı zamanda daha adil ve sürdürülebilir bir geleceğin anahtarıdır. Küçük çiftçileri ve tarım işçilerini destekleyerek, yerel gıda sistemlerini güçlendirerek ve tarımsal üretimi çeşitlendirerek, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini azaltabilir ve gelecek nesiller için daha yaşanabilir bir dünya bırakabiliriz. Unutmayalım ki, gıda sadece bir ihtiyaç değil, aynı zamanda bir haktır.